Milleti böyle aldatıyorlar - Yeni Urfa 

SON DAKİKA
Milleti böyle aldatıyorlar

Milleti böyle aldatıyorlar

13 Haziran 2018 - Çarşamba 10:26
SAADET PARTİSİ LİDERİ VE CUMHURBAŞKANI ADAYI TEMEL KARAMOLLAOĞLU YENİ ASYA’YA KONUŞTU.

SAADET PARTİSİ LİDERİ VE CUMHURBAŞKANI ADAYI TEMEL KARAMOLLAOĞLU YENİ ASYA’YA KONUŞTU.

FAİZ YEDİRİP BORCA MAHKUM EDİYORLAR. BORÇLANDIKÇA BÜYÜYORUZ ZANNEDİYORUZ. OHAL ZULÜM MEKANİZMASINA DÖNÜŞTÜ. KENDİSİ DIŞINDAKİLERİ MÜSLÜMANLIĞA KARŞI GÖSTERMEK ÇOK ÇİRKİN.

İnsanlar geçinebiliyor mu?

“İnsanlar geçinebiliyor mu? Geçinemiyor. Herkes borca mahkûm mu? Mahkûm. Esnaf perişan mı? Perişan. Çiftçi batmış mı? Batmış. Dışarıdan tonlarca et, yüz binlerce hayvan ithal ediyor muyuz? Ediyoruz. Dış ticaretimiz açık veriyor mu? Veriyor.”

Buna diktatörlük denir

“Kontrolsüz, denetimsiz bir başkanlık sistemi kesinlikle kabul edilemez. Neredeyse kanunları kendi yapma gücünde olan, Meclis tarafından denetlenemeyen, sorgulanamayan, bakanları Meclise hesap vermeyen bir yönetim sistemi. Buna diktatörlük denir,”

Önce OHAL kaldırılmalı

“OHAL’de hukuk işlemediği için, yanlışlar her geçen gün artıyor. Bylock mağdurları ve cezaevlerindeki kadınlarla çocukları için çok şikâyet geliyor. İlk yapılması icap eden işlerden biri OHAL’in kaldırılmasıdır.”

***

Cumhurbaşkanı Adayı: Temel Karamollaoğlu

Milleti böyle aldatıyorlar

Cumhurbaşkanı adayı ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, TÜİK’in açıkladığı 7.4’lük büyümeyi değerlendirdi. Karamollaoğlu, “Bunlar milleti böyle kandırıyorlar. Adeta milletle alay ediyorlar” dedi. 

Röportaj: Ülker YILMAZ CABA

Fotoğraf: KÜBRA ÜNÜVAR - YENİ ASYA

Giriş: Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu ile Cevahir otelde bir araya geldik. Karamollaoğlu bir taraftan yoğun seçim çalışmalarına devam ederken diğer taraftan iktidara geldikleri zaman üretecekleri projeleri için çalışmalar yaptıklarını belirtiyor. Karamollaoğlu ilk işlerinin, faydasız yatırımları durdurmak ve OHAL’i kaldırmak olduğunu vurguluyor. 

* Dahil olduğunuz Millet İttifakı’nı siz nasıl tanımlıyorsunuz? Bu ittifaka neden ihtiyaç duyuldu ve neler hedefleniyor?

Bir defa yüzde 10 barajının kalkmamış olması mutlaka seçime giderken bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı. Çünkü bizim seçmenimizin önemli bir kısmı yüzde 10 barajını aşamayız endişesiyle gidip başka bir tarafa oy kullanabiliyordu. Bunun için biz mecburen böyle bir adım atmaya ihtiyaç duyduk. Ancak neden Millet İttifakı’nda yer aldık; Diğer taraf kendi içerisinde farklı bir şekilde kutuplaşmış, aynı zamanda iktidar partisi bugüne kadar Türkiye’yi yönetme politikalarında hiçbir esneklik yapmamakta kararlı görünüyor. O zaman bizim onlarla bir ittifakın içerisine girmemizin bir gerekçesi kalmıyor. Bir de Türkiye’nin şu anda içerisine sokulduğu gerginlik, seçim sisteminin kendisinden kaynaklanıyor. Yani Cumhurbaşkanlığı seçiminde siz yüzde 50+1 alamazsanız seçilemiyorsunuz. Bu da ister istemez adaylarda bir gerginlik, özellikle iktidardaki şu andaki mevcut Cumhurbaşkanı’nda bir gerginlik meydana getiriyor. Seçimi kaybetme endişesinden dolayı. Bir defa biz hem bu gerginliğin bir parçası olmayalım, hem de mutlaka bu sistemin değişmesine ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz. 

Kuvvetler ayrımı olmazsa sistem bir dikta rejimine evrilir

Kuvvetler ayrımı prensibi mutlaka Türkiye’de sağlanmalı. Eğer kuvvetler ayrımı prensibi olmazsa bugünkü sistem bir dikta rejimine evrilir. Burada bulunan partilerin hepsi aynı kanaattedir. Şu anda ‘Millet İttifakı’nın içerisinde bulunan partiler seçimden sonra gerek cumhurbaşkanlığını aldıkları takdirde, gerekse Millet Meclisi’nde anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olduktan sonra, ilk atacakları adım bu sistemi değiştirmek yolunda olacak. Böylece ittifaktaki yerimizi biz bu sebeple almış olduk. 

* Seçimden sonra parlamenter sisteme dönülecek mi diyorsunuz? 

Biz şunu ifade ettik; başkanlık sistemi de olabilir. Ancak bugünkü şekli de kontrolsüz, denetimsiz bir şekilde bir başkanlık sistemi kesinlikle kabul edilemez. Yani neredeyse kanunları kendi yapma gücünde olan, Meclis tarafından denetlenmeyen, sorgulanamayan, bakanları Meclis’e hesap vermeyen böyle bir yönetim sistemi. Buna diktatörlük denir, buna başka bir şey denilemez ki. 

* İktidarın “dört benzemezler” diye aşağılama, hattâ “şer odakları” ifadesiyle suçlama gayretlerini nasıl yorumluyorsunuz?

İşte bunlar bir defa çirkin. Siyaseten bizim hiçbir zaman benimseyemeyeceğimiz bir üslûp. Eğer milletin belli bir kısmı belli partileri tercih ediyor, onlara oy veriyorsa, siz bunları ‘şer odakları’ diye tarif edemezsiniz. Siz söylediğiniz konuma düşersiniz. Şer ne demek? Kötülük demek. Eğer siz bu memleketi kutuplaştırmaya çalışırsanız en büyük zararı verirsiniz. Bu şu manaya geliyor; sizin başkalarına tahammülünüz yok. Siz tahammülsüzsünüz. Kimseyi dinlemiyorsunuz, kimseyle istişare edemiyorsunuz. Bugün başımıza gelen sıkıntıların temelinde de bu yatıyor. Onun için bunların bu sözleri, aslında bizim ne kadar haklı olduğumuzun işareti. 

Ecevit’le, Demirel’le, Türkeş’le de ittifak yaptık. Geçmişte de herkesimle ittifak yaptık

Kutuplaşmayı hakikaten kendileri için ciddî bir avantaj olarak görüyorlar. Hâlbuki bu memlekete, bu ülkede yaşayan insanlara bundan daha büyük kötülük olmaz. Bizim bu kanaatimiz eskiden beri var. Biz geçmişte bu ülkedeki, kendisini solcu olarak tanımlayan, sağcı olarak tanımlayan, ülkücü olarak tanımlayan, muhafazakâr olarak tanımlayan herkesimle ittifak yaptık. Koalisyon kurduk. Hatırlanırsa Ecevit’le kurduk, Demirel’le kurduk, Türkeş’le kurduk. Bütün bunlar bir şey gösteriyor; biz aslında yeri geldiği zaman oturup konuşarak müşterek taraflarımızı bulabiliriz. Mutlaka müşterek nokta vardır bu ülkede yaşıyorsak. Onun için kutuplaşmayı önlemek bizim için çok büyük bir önem taşıyor. Bu ifadeler de bizim ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor. 

Millet bu lâflardan artık bıktı

* ‘Saadet Partisi’ne verilen her oy CHP’ye gidecek’ şeklinde muhafazakâr seçmene yönelik bir propaganda var. Seçmeninizi nasıl ikna ediyorsunuz?

Evet, verdiğiniz oylar CHP’ye gitmez de verdiğiniz oylar Amerika’ya gitmez, Avrupa’ya gitmez. Verdiğimiz oylar Türkiye’yi dışarıya mahkum hale getirmesin, bölgemizi kan gölüne çevirmesin. Ne demek bu lâf verirseniz CHP’ye gider? Herkes gidecek kendi tercih edeceği partinin logosunun üzerine mührünü basacak. Biz en güçlü parti olursak ki böyle bir ümidimiz var, tam tersi başkalarına verilen oy bizim işimize yarayacak. Bunu böyle tarif etmek aslında hazımsızlığın bir işareti. Öbür taraftan da eğer hazımsızlık yoksa bu konuyu anlayamamanın bir işareti. Bizim bu tür sözlerle oyalanacak halimiz yok. Biz memleketin bugünkü halinden nasıl selâmete çıkarılır bunu üzerindeyiz. Konuşmalarımızda ifadelerimizde hep ülke meselelerini çözmeye yönelik, bozmaya yönelik değil. İnsanları kutuplaştırmaya, birbirine düşman hale getirmeye, ülkemizi biraz daha karmaşık bir yapıya sürükleme böyle bir niyetimiz yok bizim. Başkalarının olabilir, yani kendi menfaatleri için ortalığı iyice karıştırabilirler o da onların bileceği bir iş. Ama millet bıktı artık bu lâflardan bunu da bilmek lâzım. 

Kaybettiklerini görüyorlar 

* Stantlarınıza saldırılar var. Bunu neye bağlıyorsunuz ve bu konuda ne gibi tedbirler alıyorsunuz?

Polis bizim elimizde değil, zabıtalar da bizim kontrolümüzde değil. Biz ancak bu yapılan haksızlığı, mahkemeler nezdinde ortaya koymaya çalışırız, suç duyurusunda bulunuruz. Özellikle bizim arkadaşlarımızın kavga etmemeleri, bu yapılan saldırılara misliyle cevap vermemeleri konusunda da ikazlarımız var. Makul olsunlar, hiçbir zaman tahriklere kapılmasınlar. Ama millet de bunu görsün. Bu tahammülsüzlüğün bir neticesi. Aslında tahammülsüzlük genelde kaybeden tarafta meydana gelir. Eğer onlar kendilerine güvenseler böyle bir yola başvurmazlar. Kaybettiklerini görüyorlar, ama yaptıkları yanlışın da kendilerini biraz daha zayıflatacağının farkında değiller. Bu saldırılar onları zayıflatıyor, çünkü haksızlık yapıyorlar. Belediye zabıtası, bizim standımız var, 100 metre ötede AKP’nin standı var orayı bırakıyor ve gelip buraya müdahale ediyor. Polis de sessiz kalıyor. Bizim gençlerimiz bayrak asıyor, iktidarla ortaklık içerisinde bulunanlar gelip saldırıyor, yaralıyor gençleri, ambulans geliyor, ambulansın hastaneye gitmesine mani oluyorlar. Bu onların sadece acziyetinin açık bir delili, kaybettiklerinin göstergesi. Ancak biz bunlara misliyle karşılık vermeyi düşünmüyoruz. 

* Din-siyaset ilişkisi konusundaki düşüncelerini alabilir miyiz? Toplumda hayat tarzlarına ve dini kazanımlara baskıların oluşacağı yönünde endişeler olabiliyor. 

Bunlar kanaatimize göre boş iddialar. Türkiye’de geçmişte başörtülülere karşı çok büyük haksızlıklar yapıldı. Bunun içinde belki geçmişte CHP’nin de veya başkalarının da rolü olabilir. Biz geçmişte CHP ile 1974’te koalisyon kurduk. O zaman hiçbir konuda, imam hatip okullarının açılmasında hatta ondan hemen önceki sene imam hatiplerin orta kısımları kapatılmıştı, onların yeniden açılmasında, yeni imam hatip okullarının tesisinde çalışmalar yapıldı. Hele başörtüsü konusu gündemde bile yoktu, olmadı. Artık bundan sonra ben bunun olacağı kanaatinde de değilim. 

Biz İslâmcı değil, Müslümanız 

Ancak çok açık ve net bir ifade kullandım ben; ‘Biz İslâmcı değil, Müslümanız.’ Çünkü şu anda belli kesimler İslâm’ı kendi ikballeri için vasıta olarak kullanmaya kalkıyorlar. İslâm’ın en önemli hususlarından bir tanesi ‘güzel ahlâktır.’ Peygamber Efendimiz (asm), ‘ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim’ buyurmuş. Siz onun bütün güzel ahlâkla ilgili, bize yaptığı tavsiyeleri bir tarafa bırakacaksınız, ülkeyi kamplaşmaya, kutuplaşmaya, bir kaos ortamına götürecek ne varsa yapacaksınız ve bunu da güya İslâm adına yapacaksınız. Bu mantıklı bir yaklaşım değil. Bu doğru bir yaklaşım değil. Güzel ahlâkın içerisine yalan söylememek girer, komşunun derdiyle dertlenmek girer, ümmetin, milletin malına sahip çıkmak girer, ne sen onu çalıp çırpabilirsin, ne başkalarının onu çalıp çırpmasına izin verebilirsin, ne de israf edebilirsin. Tekebbür güzel ahlâkın içerisinde yoktur. İnsanlara müşfik davranmak mecburiyetindesin. Yalan söylememek mecburiyetindesin. Bütün bu kuralları bir kenara bırakacaksınız, arkasından da yani bir iki konuda bir mesafe kat ettiğiniz için sadece İslâm buymuş gibi takdim etmeye kalkacaksınız. Biz bunu İslâm’a verilen en büyük zararlardan birisi olarak görüyoruz. 

Kendileri dışındakileri, Müslümalığa karşıymış gibi göstermek çirkin

İnsanlar Müslümanların giyim kuşamına bakarak İslâm hakkında bilgi sahibi olamaz, ona ısınamazlar. İnsanlar bir Müslüman’ın ahlâkî değerlerine bakarlar, davranışına bakarlar, yaşantısına bakarlar. O, insanlarda İslâm’a karşı bir özenti, bir yakınlık doğurur. Ama bunun tam tersi meydana geliyor. Bugün maalesef okullarda deizmin giderek arttığı konusunda endişeler var. Çünkü, yönetimde bulunanların söylemleriyle eylemleri birbirine uymuyor, tutmuyor. Onun için şimdi zeytinyağı gibi üste çıkmaya kalkıp, kendilerinin dışındaki herkesi Müslümanlığa karşıymış gibi göstermek veya birileriyle yan yana geldi diye onları da itham etmek çok çirkin bir şey. Biz olduğumuz müddetçe şuna ben inanıyorum ki; Türkiye’de Ak Parti olduğu müddetçe değil, ‘Millî Görüş’ bizim prensiplerimiz olduğu müddetçe ne CHP öyle bir yola girebilir, ne de başka bir parti. Bunu herkes bilmeli. 

Bunlar safsatadan ibaret

Türkiye kahir ekseriyeti Müslüman bir ülke. Müslümanlığı benimsemiş olan insanların, toplumda kendi inançlarını rahatlıkla yaşamaları onların hakkı. Kimse bu hakkı gasp edemez. Başkalarının da inancına baskı yapmayız. Yapmamamız bize zaten emredilmiş. ‘Dinde zorlama yoktur.’ Bu bizim en temel prensiplerimizden birisi. Osmanlı zamanına veya daha öncelere baktığınız zaman, Osmanlıların veya Müslümanların geçmişte hakim oldukları bölgelerde her din mensubu kendi inancını rahatlıkla yaşamış, kimse de onlara müdahale etmemiştir. Onun için şimdi biz iktidara geldiğimiz zaman birileriyle bir şey yapılacakmış da birileri bizim inancımızla ilgili konularda Müslümanlara baskı yapacakmış bunlar tamamen safsatadan ibaret. 

Faiz belâsını bunlar başımıza getirdi

Şu anda yapılanlar, bugün başımıza belâ ettikleri, kendilerinin ifade ettikleri faiz belâsını kimse başımıza getirmedi. Bunlar getirdi. Milletin canına okunuyor, ‘faiz bir dünya gerçeğidir’ diyen bunlar. Biz değiliz ki. Bizim inancımızla bağdaşmayan, bir sürü meseleye Avrupa diretti diye rıza gösterdiler. Ben bunları dile getirip ismen zikretmek istemiyorum. Şimdi çıkıp bize Müslümanlık taslayacaklar. İslam’ın içerisini boşaltacaksınız, şeklini ortaya koyacaksınız, bu da İslâm’dır diye takdim edeceksiniz. Böyle bir şey olmaz. 

Biz borcu aldıkça büyüyoruz 

Adeta milletle alay ediyorlar

* TÜİK geçtiğimiz gün 7.4’lük bir büyüme rakamı açıkladı. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz? 

Maşallah ekonomiyi büyütüyorlar. Bugünkü ekonominin büyümesinde millî gelir hesapları çok farklı bir şekilde yapılıyor. Ne yazık ki aldığınız borç, ödediğiniz faiz millî gelirin içerisine ‘girdi’ olarak sokuluyor. Onun için de biz borcu aldıkça büyüyoruz zannediyoruz. Oysa borç aldıkça geleceğimizi ipotek altına sokuyoruz. Bunlar milleti böyle kandırıyorlar. Adeta milletle alay ediyorlar. İnsanlar geçinebiliyor mu? Geçinemiyor. Herkes borca mahkûm mu? Mahkûm. Gelecekten endişesi var mı? Var. Esnaf perişan mı? Perişan. Çiftçi batmış mı? Batmış. Dışarıdan tonlarca et, yüzbinlerce hayvan ithal ediyor muyuz? Ediyoruz. Dış ticaretimiz açık veriyor mu? Veriyor. Bu açık artıyor mu? Artıyor. Şimdi siz çıkıp bir rakam ortaya koyuyorsunuz, ‘ya aslında sizin zil çalıp oynamanız icap eder. Ne bu üzüntü’ diyorsunuz. 

Ülkedekilere faiz yedirip, borca mahkûm ediyorlar

Bu aslında trajikomik bir yaklaşım. Bunlar Türkiye’yi obezite hastalığına tutulmuş bir hale getirdiler. Zararlı ne varsa, ülkedekilere faiz yedirip, borca mahkûm ediyorlar ekonomi böyle şişiyor. Bu obezite hastalığına tutulmuş bir ekonomik bir durumla karşı karşıyayız. Bu bizim güçlendiğimizin, kalkındığımızın, dışarıya bağımlılıktan kurtulduğumuzun işareti değil. Tam tersi giderek battığımızın işareti. Bu politikalar değişmeden Türkiye üreterek güçlenmeden, bizim ekonomimiz büyümüş, küçülmüş hiçbir mana ifade etmez. 

Borç bizim sırtımıza bir kambur gibi binmiş 

* Yatırımları durduracağız diyorsunuz ve bu konu iktidar tarafından seçmene ‘kazanılan her şey kaybedilecek’ gibi yansıtılıyor. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Bizim ‘yatırımları durduracağız’ dediğimiz şu anda bugünkü hükümetin parayı toprağa gömmekten başka yaptığı hiçbir yatırım yok. Sürekli olarak parayı toprağa gömüyor ve bunu kalkınmanın bir işareti olarak göstermeye çalışıyorlar. Binalar, köprüler, tüneller, hastaneler yapılıyor. Bütün bunlar ‘bak biz ne kadar güçleniyoruz, gelişiyoruz, kalkınıyoruz’ diye millete kaba bir tabirle adeta yutturuluyor. Hâlbuki gerçek öyle değil. Bütün bunlar borçla yapılıyor. Borç bizim sırtımıza bir kambur gibi binmiş, bunu ödeyecek imkânımız yok. Bu sene 240 milyar dolar borç ve faiz ödenecek. İhracatımız açık veriyor. Bütçe açık veriyor. Nereden bulacaklar bu parayı? Gene gidip yalvar yakar dışarıdan alıp getirecekler. 

Biz artık parayı toprağa gömmekten vazgeçeceğiz 

Hakikaten bunların Türkiye’nin ekonomisini düze çıkarma imkânları yok. Onun için ben dedim ki; ‘biz iktidara gelirsek, yatırımların tamamını durduracağız’ neden? Biz artık parayı toprağa gömmekten vazgeçeceğiz. Bitmeye yakın birkaç tane yatırım vardır, onlar tamamlanır, ama geriye kalan paranın tamamını tarıma ve sanayi yatırımlarına vereceğiz. Bizim söylediğimizin yarısın alacaksın, öbür yarısını saklayacaksınız, ondan sonra da diyeceksiniz ki ‘yahu şunlara bakın gelince bütün yatırımları durduracaklar.’ Biz sizin yanlış yatırımlarınızı durduracağız. Bozuk ekonomik sistemi ve politikaları değiştireceğiz. Söylediğimiz bundan ibaret. Bu yapılmadan da Türkiye düze çıkmaz. 

OHAL’de yanlışlar her geçen gün artıyor 

* OHAL ve bu dönemde çıkarılan KHK’lar yüz binlerce insanı mağdur etti ve etmeye devam ediyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Biz, 15 Temmuz gibi bir ayaklanma denemesi yapıldığı zaman elbette olağanüstü hal (OHAL) ilân edilebilir, hatta edilmelidir de dedik. Çünkü ilk bir karmaşa ortamı var, hükümet olarak siz kimin kim olduğunu tam olarak tanıyamıyorsunuz. Ama bu sadece ilk andaki şoku atlatmak için kullanılan bir imkândır. Buna Anayasa bu sebeple izin vermiştir. Ancak siz OHAL’i bir dönem deneyebilirsiniz. Hadi diyelim tam hakim olamadınız konuya ikinci sefer de denediniz. Ama siz bunu sürekli hale getirirseniz, o zaman hukuksuzluğu siz yerleştiriyorsunuz manasına gelir. Çünkü OHAL kanunların normal işlemediği dönemlerdir. Şimdi bu arkadaşlar hâlâ Türkiye’yi iki seneye yakın OHAL ile idare ediyorlar. Hukuk işlemediği için, yanlışlar her geçen gün artıyor. Çünkü sizin kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) işinden, aşından ettiğiniz insanlar, gerekçesini ortaya koyamadığınız, tutukladığınız insanlar, aileler çok büyük sıkıntılar çekiyor. OHAL olduğu için haklarını savunamıyorlar. 

OHAL, zulüm mekanizmasına dönüştü

Bundan dolayı ilk yapılması icap eden işlerden bir tanesi, bize böyle bir görev verilirse OHAL’in kaldırılmasıdır. OHAL’in kaldırılması, terörle mücadelenin rafa kaldırılacağı manasına gelmez. Yine bu mücadele yapılacak, yalnız hukuk içerisinde yapılacak. Yanlış bir karar verdiyseniz, bir insanı yanlış yere tutuklattıysanız, o insan gidip mahkemelerde kendini savunabilecek. Neden o insanı tutuklattığınız, neden işinden attığınız, neden maaşını kestiğiniz, neden adamın bütün mal varlığına el koyduğunuzu ispat edeceksiniz, edemezseniz o zaman o adamın hakkını vereceksiniz. Bizim bu konuya yaklaşımımız bu kadar basit. OHAL hakikaten bir zulüm mekanizmasına dönüştü. Onun için sür’atle kaldırılması gerekmektedir. 

Bu insafsızlık 

* Bylock mağdurları, cezaevlerindeki kadın ve çocuklar için çalışmalarınız var mı? 

Bu durum çok acıklı. O kadar çok insandan bu konuda şikâyet geldi ki. Bunu giderebilmek için ne yazık ki hiçbir adım atılmadı. Geçmişte farklı bir ilde vazife görmüş bir aile, beyi İstanbul’da tutuklanmış, hanımıyla ilgili iddia da 1500 kilometre uzaktaki bir şehirde. Kadın da yeni doğum yapmış bir çocuğu var. Alıyorlar bu kadını oraya götürüyorlar. Orda tanıdığı yok, yakını yok, ailesi yok, bebeğe bakacak kimse yok, al sen çocuğuna da hapishanede bak deniyor. Bu insafsızlık. ‘Efendim biz mecburuz’ diyor çünkü suç orada işlenmiş. Hangi suç? O de belli değil. Bir defa insanlar hakikaten çok insafsız olmaya başladılar. Hiç acıma duygusu kalmadı insanlarda. Bir de korkuyorlar, korku olunca benim başıma bir şey gelmesin diye gidip başkasını cezalandırmakta tereddüt göstermiyorlar. Bu çok üzüntü verici bir durum. 

Teknik olarak ispatlandı ki Bylock aslında bir numara 

Bylock da zaten öyleydi. Bir kişi bir dakikanın içerisinde 7 kere görüşme yapmış. Bir defa bu fizikî olarak mümkün değil. Şu kadar saniyede şu kadar görüşme yapılmış, aklen bu olur mu? Olmaz. Peki bundan dolayı bir insanı siz nasıl tutukluyorsunuz? İşte bildiğiniz gibi bizim İstanbul İl Başkan Yardımcımız Avukat Mustafa Yaman Bey, bundan dolayı alındı 170 gün hapiste tutuldu. Sonunda teknik olarak ispatlandı ki Bylock aslında bir numara. 

Seçim rüşveti gibi, bu konuyu gündeme getirmek doğru değil

* MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin gündeme getirdiği af konusu var. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Seçime 15 gün kala, bir ay kala bu tip teşebbüslerde bulunmak bizim kanaatimize göre çok yanlış. Af böyle çıkmaz. Af yerine göre çıkarılabilir. Ancak biz onu çok açık ifade ediyoruz; devlet kendisine karşı yapılan suçlarda af yetkisine sahiptir, şahıslar için değildir. Bir yerde şahıslar zarar görmüşse bunu affetme yetkisi sadece mağdurların hakkıdır. Devlette de eğer kan dökülmemişse, ciddî manada böyle bir durum yoksa yerine göre af olabilir. Ama tam seçime giderken, sanki bir seçim rüşveti gibi, bu konuyu gündeme getirmek kesinlikle doğru değildir. Bu konuda da zaten aralarında da bir ihtilâf var gibi gözüküyor. Şu anda bunun gündeme getirilmesi çok yanlış. 

* Erken seçim olacağını dillendirenler arasındaydınız. Sizce apar topar erken seçim yapılmasının sebebi neydi?

Biz bir erken seçim olacağını hakikaten bekliyorduk. Ancak Sonbaharda olur bazen 15 Temmuz tarihi de gündeme geliyordu. Sayın Bahçeli bunu dile getirir getirmez de hükümet bunun üzerine atladı ve bir ‘baskın seçim’ kararı aldı. Bu kararı almalarının temel sebebi, paniklemeleridir. Çünkü ekonomi her geçen gün biraz daha bozuluyor. Artık bu ayan beyan görünüyor. Dolar aldı başını gidiyor. Bugün iktidarda bulunan arkadaşlar, bu problemi dışarının beklediği tavizleri vermezlerse çözemezler. Taviz verirken de, ‘biz taviz veriyoruz’ diye bunu deklare etmezler. Tam tersi ‘bak nasıl dik duruyoruz’ derler, ama aslında bize ciddî zarar verecek adımları atarlar. 

Mavi Marmara’da sadece kabadayılık yaptılar 

İsrail’in Kudüs’ü başkent ilân etmesi, arkasından ABD’nin de ‘tamam ben bunu kabullendim büyükelçiliğimi oraya taşıyacağım’ demesinin arkasından gösterdikleri tavra benzer. Sadece kabadayılık yaptılar. ‘Eyy İsrail, terör devleti’ ama bu İsrail’i yolundan çevirdi mi? Bir yaptırım var mı? Tam tersi bunu yaparken gitti Mavi Marmara mağdurlarının hukukî olarak hak arama imkânını ortadan kaldırdılar. Onun için diyorum; bir yerde efeleniyorlar, öbür yerde o kadar büyük tavizler veriyorlar ki buna kimse rıza gösteremez. Bunlar gizli değil, açık birazcık durumu okumak yeter görmek için. Ama işte milletimizin belli kesimlerinde de insanlar seslerini birazcık gür çıkardıkları zaman ‘helâl olsun’ deme alışkanlığı var. 

Efelenmeyle dış politika yürütülmez 

Bu kabadayılıkla, böyle efelenmeyle dış politika yürütülmez. Onun için şuanda burada çok, ama çok ciddî endişeler taşıyoruz biz. Bu iktidar devam ettiği sürece de bunun düzeltilme imkânı yok. Politikaları farklı, verdikleri kararlar üzerine düşünülmüş, bu ülkenin bu bölgenin menfaatini teminat altına alan kararlar değil. Meselâ Mavi Marmara için ne dedi Sayın Cumhurbaşkanı, ‘bana mı sordunuz’ dedi. Ama 2 sene önce elbette kendisini doğru çıkaracak ifadeler kullandı. Biz dedi bunlara destek verdik. Bu sözü söyleyince de önüne o zamanki sözünü koydular. Bu kadar tutarsızlık dış politikada gitmez. 

* Son olarak seçimden nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Bir öngörünüz var mı? 

Seçim bir bakıma dostane de olsa er meydanıdır. Meydana çıkan ben yenileceğim diye çıkmaz. Biz en iyi neticeyi alacağız diye bu seçime girdik. Şuna dikkat ediyoruz; söylemlerimiz vatandaş nezdinde ister geçmişte bize destek vermiş olsun, isterse bizim karşımızda olsun kabul görmeye başladı. Çünkü bizim seçimde kullandığımız politikayı ülkenin problemleri neler? Ve bizim bu problemleri çözmek için metodumuz ne olacak? Bunun üzerine inşa ediyoruz söylemlerimizi. Ağız kavgası, birilerine hakaret etmek, onları küçümsemek gibi bir derdimiz yok. Bu da toplumda karşılık buldu. Bu seçimde oya dönüşür mü kestirmek zor. 

Bize destek verecek büyük bir kesim Ak Parti’den kopacak

Fakat bunun bizim ifademizle bir dip dalga oluşturduğu kanaatindeyiz. İnsanlar kanaatlerini ifade etmekten çekiniyorlar, çünkü bize destek verecek büyük bir kesim Ak Parti’den kopacak. Bunu da kendilerinin üzerindeki baskıdan dolayı dillendiremiyorlar. Anketlerde kanaatlerini dile getirenlerde tercihlerini doğru olarak dile getirmiyorlar, ne olur ne olmaz diye genelde hükümetten yana bir tavır sergilemeyi tercih ediyorlar. Bizim beklediğimiz bu dip dalga seçimde ortaya çıkarsa, biz bu seçimde en güçlü parti olarak çıkarız kanaatindeyiz.  

Toplum tehlikeyi görüyor ve bir çıkış yolu arıyor. Bundan dolayı da kendi partisine değil, ben sosyal demokratım ama size oy verebilirim diyebiliyor. Bundan dolayı ümidimiz biraz daha fazla. Takdire de razıyız. 

Röportaj: Ülker YILMAZ CABA

Fotoğraf: KÜBRA ÜNÜVAR - YENİ ASYA

Yorumunuz
İsminiz:


Yorumunuz:
Okuyucu Yorumları
Bu Kategorideki Diğer Haberler